DELİORMAN’DA MAYIS ‘89 PROTESTO YÜRÜYÜŞLERİ...

31/7/2007 tarihinde yazıldı.

 

20 Mayıs 1989’da Deliormanlılar da “Yeter Artık!” dediler ve protesto yürüyüşlerini başlattılar. Şumnu sancağının Yusufanlar, Şarvı, Davulcular, Saltıklar, Çoban Nasıf, Nasufçular, Emberler yürüyüşe çıktılar. Kent merkezine toplandılar. Arkadan gelenler kent meydanını doldurdular. Kısa ve özlü konuşmalardan sonra iki öğrenci şiir okudu. Meydanda Türkçe konuştuğu için ceza ödemiş, Bulgarca bilmediği için hastaneden kovulmuş ve daha yüzlerce hor görülmüşler bu durum karşısında heyecanlandılar.

Bu kalabalık Emberler’den Rasınlar’a, oradan da Çufallar’a vardı. Yine kısa bir konuşmadan sonra yola çıkıldı ve Bohçalar (Kaolinovo) kentine doğru ilerlediler. Gizli polis de uyumuyordu. Emberler’de daha takibe başlandı. İtfaiye arabaları geldiler, ancak müdahale etmediler. Havada helikopter sürekli tur atıyordu. Aydoğdu’da iken Razgrat plâkalı arabalar gördük. Bohçalar’a doğru yön alıyorlardı. Yaşlılardan, çocuklardan, kadınlardan oluşan bu kalabalık kol kola kilitlenmiş birlikte hareket ediyorlar, hep bir ağızdan “Osman Paşa Marşı”nı söylüyorlardı. “Ünü büyük Osman Paşa” dizeleri bereketli, düz tarlalıkları inletiyordu. Kalabalık arada bir meşe ormanlarına dalıp çıkıyorlardı. Deliorman’ı, Güney Dobruca köylerini marşımız zulme karşı koymaya çağırıyordu.

Bir ara polis ve asker yolumuzu kesti. Kent merkezine girmemize izin vermiyorlardı. İsyancılar yolu bıraktılar, tarlalar içinde yürümeyi sürdürdüler. Tekrar yola çıkıldı. Uyarı sesleri duyuldu: “Birbirinizden ayrılmayın!”, “Kadınları, çocukları ortaya alın!” Bir süre daha böylece yürüdük. İlerledik. Bizi bölmek için bir tank kalabalığın arasına daldı. Millet taşlarla tanka saldırdı. Tankın çelik yüzüne çarpan taşlar acayip sesler çıkartıyordu. Sanırsın taş yağmuru yağıyordu.

Kalabalıktan bir grup, polis çemberini yardı. Kent merkezine yürüdüler. Gerisi söküldü. Bohçalar’ın merkezi doldu taştı. Mitingde Bedriye Osmanova adında bir kız tüm Bulgaristan Türklerinin isteklerini açık bir şekilde ortaya koydu. “Adlarımızın iadesini istiyoruz,” dedi. “Türkçe konuşmak yasağı kaldırılsın, baskılar sona erdirilsin,” dedi. Bu isteklerin sıralandığı anlarda özel ekipler yürüyüşe çıkanlardan bazılarını tutuklayıp, yakındaki ormana götürmüşler ve işkence etmişler.

Kuzey Bulgaristan’da yürüyüşler ertesi günlerde de sürdü.

21 Mayısta Mahmuzlu’da yürüyüşlere gidildi. Burada 4  şehit verildi. 22 Mayıs'ta Razgrat şehrinde halk sokaklara çıktı. Çevre köylerden de gelenler oldu. Aralarında ünlü pehlivan Osman Durali de bulunuyordu. Yine 22 Mayısta Akkadınlar’da (Dulovo) protesto yürüyüşüne çıkıldı. Çukurköy’de (Yasenkovo), Bıyıklı’da (Bortsi) ve çevre köylerde Köklüce’ye (Venets. S.K.) kadar uzayıp gitti bu isyanlar. 24 Mayısta Terbiköy (Kapitan Petko) halkı da mey­danlara çıktı. Bu köye yakın Şeytancık (Hitrino) köylüleri de acıları sokağa çıkarak dile getirdiler... Şeytancık mitingi çok kalabalıktı.

23-24 Mayısta Razgrat ilinin Ezerçe köyünde millet ayaklandı. İki genç şehit edildi: Sezgin Karaömer ve Ahmet Buruk. Onları tabancasıyla öldüren Razgrat savcısıydı. 27 Mayısta aynı ilin Torlak köyünde binlerce insan meydanlara, yollara döküldüler. Köy tanklarla, polislerle sarıldığı halde yürüdüler: “Biz Türküz!” diye slogan attılar. Haklarını geri istediler.

Bu protesto mitingleri 29 Mayısa kadar sürdü. Onlarca insan şehit edildi. Yüzlercesi yaralandı. Binlercesi sürgüne gönderildi veya hapislere tıkıldı. İsyan etmeyen halk isyan etti, çünkü dokunulmaz hakları ellerinden alınmış, hiçbir şeye hakkı olmayan köle durumuna düşmüşlerdi.

Aynı yılın sonunda totaliter rejim çöktü. Rejim değişti. İnsanlar biraz olsun nefes aldılar.

 

Embiya Ulusoy (Özet)

 

ŞEHİTLERİMİZ GURURUMUZDUR

 

23 Mayıs 1989. Ezerçe/Razgrat köyü için bugün bir tarihtir elbet.

Bulgar zulmüne yıllarca dayandılar, sabrettiler ama gün geldi tüm köy halkı meydanlara döküldü. İçlerinde biriken o acıyı haykırdılar:

“Yetsin artık bu zulüm!”

“Biz Türküz! Adlarımızı geri istiyoruz!”

“Dilimizi, dinimizi geri istiyoruz!”

“Türk okulları yeniden açılsın!...”

İçindekini bağıra bağıra kenar sokaklardan köprüye kadar geldiler. Merkeze, meydana giden yol buradan geçiyordu. Köprünün öbür ucunda kendilerini nelerin beklediğini bilmiyorlardı. Sivil polisler, kızıl bereli komandolar, sancak savcısı gelenlere pusu kurmuşlardı. Protesto mitingine katılanların her adımını diyorlardı. “Durun!” anlamında bir işaret verildi, havaya bir kırmızı roket atıldı. Tabiî, topluca gelenler bunun ne demek olduğunu bilmiyorlardı. Savcı Krasimir Markov gelenleri uzaktan daha kurşun yağmuruna tuttu. Mermi çekirdekleri gelen kalabalığın önüne düşüyordu. Aralarından bir ses yükseldi. Bir dalgalanma oldu:

“Bebekli anneler önde yürüyorlar. Kâfirler öldürecek onları da...”

Kalabalıktan iki genç hemen öne fırladılar. Bunlardan biri Ahmet Buruk adında bir gençti, diğeri liseden yeni mezun olmuş Sezgin Salih Karaömer’di,.. Onlar da seslerini çıkardılar:

“Biz kurşun değil, adlarımızı geri istiyoruz...”

Kurşun yağmuru şiddetini daha arttırmıştı. Millet hep bird­en en bağırdı:

“Neden ateş ediyorsunuz? Suçumuz nedir? Haklarımızı geri verin!...”

Ön saflarda yürüyen çocuklu annelere siper olan iki genç birden kanlar içinde yere yuvarlandılar. İlki Ahmet Buruk, ikinci genç Sezgin Karaömer. Şehirden yeni gelmiş. Okulundan başarıyla mezun olduğunu müjdelemek istiyordu annesine, babasına.

Kırmızı bereliler, yaralananları hastaneye kaldırmak bile istemediler ve engellediler. Köprü başında yaralılar da yardım bek­liyorlardı. Polisler bunlara engel oldular. Hastaneye kaldırılmalarını gereksiz buldular.

Bu acı haber 8 km mesafedeki Torlak köyüne de ulaşmıştı. Bir grup genç Ezerçe’ye gelmek şehit kardeşlerine çelenk koymak istemişlerdi.

Dervent bayırında asker yollarını kesmişti.

“Nereye?”

“Ezerçe’ye...”

“Niçin?...”

“Öldürülen kardeşlerimize çelenk koyacağız...”

“Gidemezsiniz. Sıkıyönetim var...”

Torlaklılarla baş edemeyeceğini anlayan görevliler telsizle hemen Razgrat’a haber verdiler. Yirmi dakika sonra kamyonlar dolusu silâhlı askerler geldiler. Torlaklılar gelenlerle baş edemeyeceklerini bildiklerinden geri döndüler... Çiçekler ellerinde kalmıştı...

İsyan edenler gizli polis tarafından videoya alınmış, “suçlular” tespit edilmiş ve ertesi gün dayaktan geçirilmişlerdi. Aynı zamanda bu “asayişi bozanlar”a 24 saat süre verilerek birer bavulla sınır dışı edilmişlerdi.

 

BASKILAR MİLLETİ UYANDIRDI

 

Millî Türk azınlıklarına baskılar bir plân çerçevesinde yapılıyordu. Gün oldu okullar kapatıldı, gün oldu din yasaklandı. Dil önce Çingene çorbasına çevrildi, sonra yasaklandı. Camiler kontrol altına alındı. İmamların sayısı sınırlandırıldı. Ardından millî kıyafetler yasaklandı, sünnet yasağı uygulamaya konuldu. Azınlıklar bir demir çembere alındılar.

Önce Çingenelerin, Pomak Türklerinin adları Slavlaştırıldı. Türklerin adları da silah zoruyla, ordu gücüyle değiştirildi. Cezaevleri, kamplar doldu taştı. Daha çok Türk genç­lerini Türksüz Bulgar köylerine sürgüne gönderdiler. Bunlara hep sabrettik, katlandık. Bir gün isyan ettik.

Hâlimiz ne olacak diye düşünen gençlerimiz yok değil, vardı da...

Razgrat şehrinde bir grup Türk aydını gizli bir örgüt kurma girişiminde bulundular. Üyeleri Türk köylerine dağıldılar, BMT’ye yazdıkları şikâyet mektubuna imza toplamaya başladılar. Tabiî, yakalandılar. 17.9.1963’te Razgrat’ta duruşmalar kapalı kapılar ardında yapıldı. Devleti yıkma, karşı propaganda yapma suçundan yargılandılar. Komünist Partisi adına konuşan Ahmet Hüseyinov dedikleri (Parti Merkez Komitesinde görevli) gençleri nankörlükle suçladı. Parti Türk halkının haklarını veriyor, dedi. İsyan edenler için “Türk halkı adına” idam istedi. “Türkçe okumuşsun Bulgarca okumuşsun, Türk veya Bulgar adı verilmiş ne önemi var, ne fark eder ki? Hep insan adı...” diye “adaleti” savunmuştu.

Bulgaristan Türklerine ya muhtariyet, ya da Türkiye Cumhuriyeti’ne göç hakkı tanınmasını isteyen ve örgüt kuran bu mühendis ve öğretmen kardeşlerimiz (Ebazer ve Mehmet Hasan) 5’er yıla mahkûm edilmişlerdi.

Bu olay tüm memlekette duyulmuştu. Gurur veriyordu insana ve bizi uyanmaya, direnmeye teşvik ediyordu doğrusu. Komünistler, azınlıklara soykırımı uyguladıklarını herkes anlamıştı sanki. İçten bir direniş başlamıştı. Eski Balabanlar (Vazovo) köyünden bir grup genç galeyana gelmişlerdi. Demir Baba Tekkesinde her yıl 2 Ağustosta Deliorman’dan halk adak kurbanlarını keserler, eğlenirlerdi. Bu gelenekselleşmiş bir buluşma yeriydi. Bu kalabalığı fırsat bilerek yukarıda adı geçen köyden gençler ulu bir ağaca ay yıldızlı Türk Bayrağı çekmişler, halkı heyecana getirmişlerdi. Halk bu olaya hem sevinmiş, hem de için için üzülmüştü. Yakalanırlarsa bu gençleri ne beklediğini herkes pek iyi biliyordu. Bu olay şu mesajı veriyordu: “Biz varız, Türküz, uyumuyoruz, Türkiye’ye bağlıyız”...                                       

 

Demir Baba Türbesinin eski hâli (Sboryanovo). Macar bilim adamı Kanits’e göre, tekke 1490 yılında yapılmıştır.

 

Aylar süren bir araştırma, soruşturmadan sonra bu fedailer yakalandılar. Yargılandılar 20’şer yıla mahkûm edildiler. Korkmayan bu gençler halkın gözünde bir nevi kahraman oldular. Herkesce sevildiler, alkışlandılar.

Tabiî, Bulgar hükûmeti birçok “önlem” almıştı. Bunlardan biri de bundan böyle Türklerin Tekkeye gelmeleri, kur­ban kesmeleri yasaklanmıştı. Bu yasak 1963’ten 1990’a kadar sürmüştü. Yollara polisler dikilmişti. T ekkede kuş bile uçurtmuyorlardı.

Tekke ziyaretlerinin yasak kapsamına alınması, Türk halkını çok huzursuz etmişti. Yasaklardan çıkacak yol yoktu. Doğduğumuz topraklarda köle gibi yaşamanın acısını çekiyorduk. Sofya Elçiliğine, Burgas ve Filibe Konsolosluklarına Bulgaristan’ın her köşesinden binlerce dilekçe sunuldu. Neydi dilekçelerin özü? “Türkiye, bizi bu cehennemden kurtar!” demekti.

Tabiî, bu dilekçelerden sonuç alınamadı. Komünist rejim, sosyalizm için göç olayı kötü propaganda olur, korkusuyla buna izin vermedi. Aynı zamanda Bulgarlara toprağı işleyecek, inşaatlarda çalışacak ucuz işçi de lâzımdı.

 

SOYKIRIMI DEVAM EDİYOR

 

Soykırımı, kültür katliamı tüm hızıyla sürüyordu. 1985’ten sonra 1989’da Türk halkı bu acılara dayanamadı. Daha çok köylerde protesto mitingleri düzenlediler. Karşılarında tanklı, silâhlı, kurt köpekli orduyu buldular. Şehitlerimiz oldu. Mahkûmlarımız, sürgünlerimiz yüzlerceydi.

1989’da Razgrat böl­gesindeki protesto yürüyüşlerinde keşfedebildiğimiz yedi şehidin adlarını veriyoruz:

Sabrı Efrahim Yahya: 9 Haziran 1955’te doğdu. Razgrat/Eski Mahalle (Staro Selişte) köyünde Razgrat’taki Antibiotik Zavodunda (ilâç fabrikası) işçiydi. 9 Ağustos tutuklandı. 2 Eylül 1985’te eve cesedi getirildi.

Hüseyın Hakkı Recep: Razgrat/Kasım Kuyucuk köyünde doğdu. Şubat 1985’te Bulgarlaştırma sürecinde tutuk­landı. İntihar etti denildi. Eve ölüsü getirildi.

            Mehmet Emin: (Terzi Mehmet): 14 Temmuz 1924’te Razgrat’ta doğdu, daha sonra Kalava köyüne göç etti. 28 Mayıs 1989’da köyde protesto mitingine katıldı diye tutuklandı. 3 Eylül 1989’da intihar etti dediler ve ölüsünü eve getirdiler.

Efrahim Salim: Türkçe konuşuyor, diye Razgrat/Gırçınva köyünde tutuklandı. Karakolda çok dövüldü. 15.5.1985’te öldü.

Mehmet Enberli: Razgrat/Büyük Kokarca köyünde doğdu. Türkçe konuştuğu için 3 Mart 1989’da tutuklandı, polisten çok ağır dayak yedi. “Vurmayın, ben sizin babanız yaşındayım!” dedi. İşiten olmadı. Ve... öldü.

Ahmet Mehmet Buruk: Razgrat/Ezerçe Köyü'nde 1956 yılında doğdu. 23 Mayıs 1989’da köylerinde Türk halkının proteto mitingine katıldı. Sancak savcısının kurşunu sağ gözünden girdi kafatasından çıktı. Ve... Şehit oldu.

Sezgin Salih Karaömer: 1972’de Razgrat/Ezerçe köyünde doğdu. Lise mezunuydu. Köydeki protesto mitingine katıldı. Sancak savcısının kurşunu Sezgin’i 17 yaşında şehit etti.

 

RAZGRAT’A SINIR İLLERDEN ŞEHİTLER

 

Necip Osman: 17.5.1947’de Şumnu’nun Kus köyünde doğdu. Yusufanlar’da 20 Mayıs 1989’da başlayan yürüyüşlerinde Kaolinovo yakınlarında ölen ilk şehidimizdir.

Mehmet Saraç: 7 Kasım 1952 Mahmuzlu (Şumnu ili) köyünde doğdu. Halkın protesto yürüyüşlerinde (21 Mayıs 1989) yürüyüşlerinde ön saflardaydı. 7 kurşun yarası aldı ve şehit oldu.

Mustafa Bilâl: Şumnu’nun Ortaköy’ünde doğdu. Eski İstanbulluk (Preslav) kentinden ev yer aldı, burada iş buldu. 17 Haziran 1985’te tutuklandı, Acımasızca dövüldü ve şehit edildi. Ölümünden sonra ailesi ve çocukları ülkenin başka bölgelerine sürgün edildiler...

Mustafa Emin İlyas: Eskicuma’nın Örencik köyünde doğdu. Ocak 1985’te Bulgarlaştırma sürecine karşı çıktığı için tutuklandı. Belene kampına gönderildi. Burada korkunç bir şekilde dövüldü ve şehit edildi...

Adil Mustafa Mehmet: Eskicuma’nın Tekkeler köyünde 1926 yılında doğdu. 25 Mart 1985 tarihinde tutuklandı. Acımasızca dövüldü. Osmanpazarı Hastanesinde can teslim etti.

Mehmet Salih Lom: 6 Ocak 1937’de Mahmuzlu köyünde doğdu. 1989’da protesto yürüyüşlerinde yaralandı. Babasının kucağında “Bana yardım et babacığım, ölüyo­rum!” dedi ve şehit oldu.

Hasan Salih Arnuvut: 18 Kasım 1941’de Mahmuzlu’da doğdu. Mayıs 1989’da protesto mitinginde yaralandı ve şehit oldu.

Süleyman İsmail: 17 Ağustos 1956 Kubadın köyünde doğdu. Yıkıcı faaliyetlerinden dolayı tutuklandı. Belene, Bobovdol gibi kamplarda kaldı. 8 Temmuz 1987’de ölüm haberi geldi.

 

Copyright © ACAN Dis Ticaret Ltd. Sti.